Zamanın hızına yetişemeyen bir eğitim sisteminin, geleceğe yön verecek bireyler yetiştirmesi mümkün değil. Artık sadece bilgiyi aktarmak yeterli değil. Düşünce hızını artıran, sezgisel zekâyı geliştiren ve bireyi anlamlı kararlar alabilecek seviyeye taşıyan bir eğitim anlayışı zorunlu hâle geldi. Ne yazık ki mevcut yapılar bu ihtiyaca yanıt veremiyor.
Yakın gelecekte eğitimdeki değişimin önünü açacak olan şey, sadece bilgiye erişim değil; bilginin anlamlı bir yapıya dönüşmesini sağlayan dijital mimariler olacak. Bu sistemler, ders içeriklerinin çok kısa sürede üretilebilmesini ve küresel ölçekte, tek merkezden paylaşılmasını mümkün kılacak.
John Naisbitt’in yıllar önce söylediği gibi: Eğitim, artık ekonomik önceliklerin en başında yer alıyor.
Da Vinci Enstitüsü’nün araştırma ekipleriyle birlikte hazırladığı bir çalışmaya göre, eğitim sistemlerinde tahmin edilenden daha kısa sürede köklü dönüşümler yaşanacak. Katılımcı içerik üretimiyle çalışan sistemler – tıpkı dijital müzik ve kitap platformlarının yaptığı gibi – bireylerin öğrenme biçimini radikal biçimde değiştirecek.
Eğitim dünyasındaki temel eksiklikler artık belirginleşmiş durumda:
– Standartlaştırılmış, açık mimarili, ölçeklenebilir yazılım modüllerinin eksikliği
– İçerik üretimini herkes için mümkün kılacak pratik araçların olmaması
Bu eksikler giderildiğinde, kişiye özel, konusunu dileyenin seçtiği, anlatıcısını kullanıcının belirlediği bir eğitim modeli ortaya çıkacak. Bu da öğrenmeyi, bir merkezin sunduğu sabit içerikler olmaktan çıkarıp; etkileşimli, güncel ve katılımcı bir yapıya taşıyacak. Kısa vadede birçok girişim bu alana yönelecek; sistemin doğası gereği en faydalı olan kendiliğinden öne çıkacak.
Bu yeni sistemler sayesinde eğitim materyalleri bir araya getirilecek, doğrulukları teyit edilecek, geniş kitlelere sunulacak, etkileşimli hâle gelecek ve kullanıcı deneyimiyle sürekli güncellenecek.
Geçmişin Gölgesi, Roma Rakamları Üzerinden Bir Uyarı
Antik Yunan’dan Roma’ya uzanan dönemde bilim ve matematik gelişmişti; fakat Roma’nın kendi sistemine aşırı bağlılığı, matematiği olması gerekenden çok daha karmaşık bir hâle getirmişti. Roma rakamlarının konumsal değer taşımaması, işlemleri zorlaştırmış ve bilimin ilerlemesini geciktirmişti.
Bugün bize ilkel gelen bu sistem, bir uygarlığın gelişimini sınırladı. Rakamlarla uğraşırken abaküs kullanmak zorunda kalan bir toplum, ilerlemeyi dışlayarak kendi içine kapandı. Düşünceye ket vurdu.
Modern dünyada bu örneği hafife almak kolay. Fakat ne yazık ki hâlâ Roma’nın izini taşıyan birçok sistemin içindeyiz. Ağırlık ölçümlerinden muhasebe yapısına, şehir planlamasından trafik işleyişine kadar… Değiştirilmeyen yapılar, yerini daha iyisine bırakmadıkça sadece geçmişi taşımakla kalmaz, geleceği de yavaşlatır.
Bugün bize düşen soru şu olmalı: Hangi sistemler, “Roma rakamları” gibi, daha iyi işler yapmamızı engelliyor?
Modern yaşamda sistemler sadece üretimi değil, hayatımızın her katmanını yönlendiriyor: Nerede yaşayacağımızdan ne kadar kazanacağımıza, hangi alanda çalışacağımızdan kiminle hayatımızı birleştireceğimize kadar birçok kararı, fark etmeden bu yapılar belirliyor.
Suyun içinde olduğunu fark etmeyen bir balık gibi, biz de çoğu zaman sistemleri sorgulamadan, alışkanlıkla yaşıyoruz. Değişim içinse önce fark etmek gerekir.