Sistematik Yöntemin Ortaya Çıkışı ve Mitolojik Çerçevenin Bilimsel Modelleme Dışına Çekilmesi
Mitolojik açıklamalardan erken bilimsel modellere geçiş, önceki bölümlerde ayrıntılı biçimde ele alınmıştı. Bu aşamanın ardından insanlık tarihinin farklı bölgelerinde oluşan sistematik yöntem anlayışı, gözleme dayalı doğrulama süreçleri ve matematiksel modelleme teknikleri modern bilimin temel bileşenlerini oluşturmuştur. Bu dönüşüm yalnızca yeni bilgi üretimi değil, bilgi üretim mekanizmasının yeniden yapılandırılması anlamına gelir. Bu bölümde modern bilimin ortaya çıkışı için gerekli olan kurumsal, metodolojik ve kavramsal değişim süreci analiz edilmektedir.
Helenistik dönemin bilim üretimi, antik dünyanın kozmolojik modellerinin soyutlanması için temel oluşturmuştur. Bu dönemde özellikle İskenderiye merkezli çalışmalar önemlidir. İskenderiye Kütüphanesi ve Müzesi, bilimsel faaliyetleri kurumsal bir çerçeveye oturtan ilk kurumlardan biri olarak kabul edilir. Burada astronomi, matematik, coğrafya ve mekanik alanlarında çalışan araştırmacılar, evrenin yapısını açıklamak için sistematik modeller geliştirmeye başlamıştır. Öklid’in Elementler adlı eseri geometrik soyutlamanın standart hale gelmesini sağlamıştır. Bu durum bilimsel yöntemin temel bileşenlerinden biri olan kanıtlanabilir akıl yürütme sisteminin oluşmasına katkı sunmuştur. Aynı dönemde Eratosthenes’in Dünya’nın çevresini hesaplaması, gözlemsel veri ile matematiksel modellemenin birleştiği ilk örneklerden biridir. Bu hesaplama mitolojik anlatılarla ilişkilendirilmemiş, tamamen doğal süreçlerin ölçümlenebilirliği üzerine kurulmuştur.
Helenistik düşüncenin devamı niteliğinde olan Hipparkos’un astronomik çalışmaları, trigonometrik veri setlerinin oluşturulması ve yıldız kataloğunun hazırlanması modern bilimsel sistemin temel bileşenlerinden biri olan veri düzenleme sistemini geliştirmiştir. Hipparkos’un ay ve güneş tutulmalarının zamanlamasını hesaplaması, gözlem tabanlı tahmin modellerinin erken bir örneğidir. Burada kozmik olayların belirli mekanik süreçlerle gerçekleştiği kabul edilmiştir.

Roma döneminde bilimsel üretim belirli ölçüde devam etmiş olsa da kurumsal çerçeve zayıflamıştır. Ancak bu dönemde Ptolemaios’un Almagest adlı eseri, astronomi tarihinin uzun süreli temel referans kaynağı haline gelmiştir. Ptolemaios geometrik modellerle gezegen hareketlerini açıklamaya çalışmış, bu açıklamalar mitolojik bir çerçeveye dayanmamıştır. Ptolemaios’un episikl ve deferent içeren sistemi günümüz standartlarına göre eksik olsa da modern bilimin önemli bileşenlerinden biri olan matematiksel temsil anlayışını geliştirmiştir.
Orta Çağ Avrupa’sında bilimsel faaliyet sınırlı kalmış, ancak bilginin korunması manastır ve saray ortamlarında devam etmiştir. Buna karşın aynı dönemde İslam dünyasında bilimsel üretim sistematik biçimde gelişmiştir. Burada Bağdat’taki Beytülhikme kurumu önemli bir merkezdir. Bu kurumda çeşitli kültürlerin bilimsel eserleri Arapçaya çevrilmiş ve yorumlanmıştır. Astronomi, optik, cebir, tıp ve mekanik alanlarında yapılan çalışmalar bilimsel yöntemin ilerlemesinde belirleyici rol oynamıştır. Modern bilimin temellerine doğrudan katkı sunan en önemli isimlerden biri İbn el-Heysem’dir. Onun optik alanındaki çalışmaları deneysel yöntemin temel prensiplerini ortaya koymuştur. Işığın doğrusal yayılması, görme mekanizması ve kamera benzeri sistemlerin çalışma prensipleri deneylerle açıklanmıştır. Deneysel yöntemin sistematik hale gelmesi modern bilimin ayırt edici özelliklerinden biridir.
İslam astronomisinde geliştirilen Zîc tabloları, gözlemsel astronomi verilerinin düzenli kaydının kurumsal biçimde uygulanmasını sağlamıştır. Bu tablolar daha sonra Avrupa’ya aktarılmış ve bilimsel devrimin temel veri kaynakları arasında yer almıştır. Burada önemli olan nokta şudur: astronomik olayların açıklaması mitolojik bir çerçeve ile yapılmamış, gözlemsel kayıtlar bağımsız bir doğruluk ölçütü olarak kabul edilmiştir.
Avrupa’da bilimsel düşüncenin yeniden yükselişi 12. ve 13. yüzyıllarda gerçekleşen çeviri hareketiyle başlamıştır. Bu süreçte İslam dünyasında geliştirilen bilimsel eserler Latinceye çevrilmiş ve Avrupa üniversitelerinde kullanılmaya başlanmıştır. Üniversite sistemi modern bilimin kurumsal çerçevesinin oluşmasında belirleyici olmuştur. Bu dönemde Aristoteles’in eserleri bilimsel tartışmaların temelini oluşturmuş, ancak Aristotelesçi sistem zamanla sorgulanarak yerini deney ve gözleme dayalı yaklaşımlara bırakmıştır.
15. yüzyıldan itibaren Avrupa’da bilimsel devrim olarak adlandırılan süreç başlamıştır. Bu dönemde Kopernik, evrenin merkezine güneşi yerleştiren heliosentrik modeli ortaya koymuştur. Bu model mitolojik çerçeveden tamamen bağımsızdır. Evrenin düzeni tanrısal yönlendirme veya sembolik yapı üzerinden açıklanmamış, gözlem ve geometrik hesaplamalarla değerlendirilmiştir. Kopernik’in modeli daha sonra Kepler tarafından geliştirilmiştir. Kepler’in gezegen hareketlerini elips biçimindeki yörüngelerle açıklaması modern bilimin temel ilkelerinden biri olan matematiksel yasaların doğa olaylarını temsil edebileceği fikrini güçlendirmiştir.
Galileo’nun teleskop gözlemleri astronomik ögelerin doğrudan incelenmesini sağlamıştır. Galileo’nun Jüpiter’in uydularını gözlemlemesi ve Venüs’ün evrelerini kaydetmesi, heliosentrik modelin doğrulanmasında önemli bir dönüm noktasıdır. Galileo’nun çalışmaları deneysel yöntemin fizik alanına uygulanmasını da teşvik etmiştir. Cisimlerin düşme hızları, hareket yasaları ve ivme kavramı ölçümlerle tanımlanmıştır. Bu ölçümlerde mitolojik açıklamalara yer verilmemiştir.
Newton’un Principia Mathematica adlı eseri, modern bilimsel yöntemin kuramsal çerçevesini oluşturan bir yapıdır. Newton’un evrensel çekim yasası, gezegen hareketleri ile Dünya üzerindeki hareketleri aynı matematiksel kurallarla açıklamıştır. Bu açıklama kozmolojik modelin mitolojik unsurlardan tamamen ayrıldığı ilk örneklerden biridir. Newton’un yönteminde doğa olayları matematiksel yasalarla temsil edilmiştir. Bu temsil, modern bilimin temel prensibidir: gözlem ve matematiksel model birlikte kullanılır ve fiziksel sistemler bu modellerle açıklanabilir.
17. ve 18. yüzyıllarda bilimsel yöntemin kurumsal yapısı belirgin hale gelmiştir. Royal Society ve benzeri kurumlar bilimsel araştırmayı toplumsal olarak destekleyen ilk yapılar olmuştur. Bu kurumlarda deneylerin yinelenebilir olması temel bir ölçüt haline gelmiştir. Bilginin doğrulanabilirlik kriteri oluşturulmuş ve bilimsel yöntem bu kriterle tanımlanmıştır.
Aydınlanma döneminde bilimsel düşünce toplumsal yapıda daha geniş bir etki yaratmıştır. Fizik, kimya, biyoloji gibi alanlarda düzenli sınıflandırmalar yapılmış ve bilimsel yöntem çok disiplinli bir yaklaşıma dönüşmüştür. Denis Diderot ve ansiklopediciler bilginin sistematik bir düzen içinde sunulması gerektiğini savunmuştur. Bu dönem, bilginin kurumsallaşmasında önemli bir aşamadır.

19. yüzyılda bilimsel devrim ikinci bir aşamaya geçmiştir. Darwin’in evrim teorisi biyolojik çeşitliliği doğal süreçler üzerinden açıklamıştır. Bu açıklama mitolojik kökenli anlatıların tamamen dışında yer alır. Evrim, doğal seçilim mekanizmasına dayalıdır ve bu mekanizma gözlemsel verilerle desteklenmiştir.
Aynı dönemde Maxwell’in elektromanyetizma yasaları doğa olaylarının matematiksel temsilinin kapsamını genişletmiştir. Işığın elektromanyetik dalga olduğu fikri, fiziksel süreçlerin tek bir modelle açıklanabileceğini göstermiştir.
20. yüzyılda Einstein’ın görelilik teorisi ve kuantum mekaniği modern bilimin kapsamını genişletmiş, evrenin yapısı ve temel yasaları daha ayrıntılı biçimde tanımlanmıştır. Bu teoriler kozmolojinin fiziksel bir bilim olarak gelişmesine zemin hazırlamıştır. Evrenin genişlemesi, kozmik arka plan ışıması ve büyük patlama modeli modern kozmolojinin temelini oluşturmuştur. Bu modeller mitolojik bir çerçeve içermez. Evrenin açıklanması tamamen fiziksel süreçlere dayanmaktadır.
Bilimsel yöntemin tüm bu aşamalarının ortak noktası, doğal süreçlerin bağımsız değişkenler olarak ele alınmasıdır. Mitolojik açıklamalar kültürel yapı içinde varlığını sürdürse de doğa olaylarının açıklanmasında belirleyici rolü tamamen kaybetmiştir. Bilimsel düşünce, gözlem, deney, matematiksel modelleme ve kuramsal soyutlama üzerine kurulmuştur. Bu yapı modern bilimin temel özelliklerini oluşturur.



